Café de Flore ( Ruh Eşim ) ( 2011 )
Cafe de Flore, öyle sıradan bir aşk hikayesi değil, gerçekten bir duygusal labirent olarak nitelendirebileceğim bir yapıt. Vallée’nin elinden çıkma bu Kanada şaheseri, sizi Paris’ten Montreal’e uzanan iki hikaye ile büyülü bir yolculuğa çıkarıyor. Kendinizi önce 1960’ların Paris’inde buluyorsunuz, çünkü Jacqueline adında güçlü bir anne oğluyla beraber hayatı göğüslemeye çalışıyor. Laurent adında minik bir oğlu var, ama öyle sıradan bir çocuk değil bu. Zekası ve hayal gücüyle annesinin hayatını zenginleştiriyor, ama aynı zamanda ciddi sağlık sorunları var. Jacqueline, oğlunun dünyadaki en güçlü kahramanı, adeta onun için yaşıyor. Tabii burada, gözyaşları ve fedakarlıklarla dolu bir anne-oğul hikayesi var ama son derece dokunaklı ve keyifli bir anlatımla. Anne-oğul ilişkisini aşktan daha öte bir sevgi seviyesine taşıyor.
Sonra hikaye birden bugünün Montreal’ine atlıyor ve bambaşka bir atmosfer sizi karşılıyor. Karşımızda, Montreal’in partilerle çılgın dünyasında DJ olarak hayatını sürdüren Antoine var. Hayatı müzik, eski sevgilisi Carole ile olan karmaşık duyguları ve yeni ilişkisi arasında gidip geliyor. Carole, hayatından çıkmış ama zihninden asla çıkmamış biri , öyle ki Antoine’ın kalbinde gerçek bir izdüşüm bırakmış. DJ olarak kullandığı müziklerle anılarını canlandırırken, Carole’ün izleri onun yaşamına adeta gölge gibi düşüyor. İnsanı düşündüren şu soru ise burada beliriyor: Hayatta iki kişiyi aynı anda sevebilir miyiz? Sevgi, ne kadar karmaşık ve garip değil mi? Filme genel olarak bakarsak Fransız romantizmi ve Kanada geriliimini iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Filmi izlerken duygusal olarak bakın her duruma. Duygusallık, insanları yücelten bazen de aşağılık görünür derecesinde ezilmesine sebep olan bir duygudur. Fakat insanı hayatta tutan etkende duygulardır.
“Seninleyken dünya çok daha güzel, kalbim senin için atıyor”
- Café de Flore - Matthew Herbert